Sürgünden Dönüş
-I-
O kentin kapısı önünde ;
Kuşkularla kuşatılmış ve dalgın,
İç kentim mi bir dış kent miydi bu?
Bilemem, bunu şimdi sormayın…
Karanlık bastırıyorken girdim;
El ayak çekilmiş dar sokaklardan,
Bir ağaç altında oturmuştum, huzursuz
Üşümüş ve türlü tehlikeye maruz,
Karşı tepede bir konak
Bir iki penceresi ışıklı…
Tepe eteğinde , güneşin yasını tutan,
Tepe eteğinde , güneşin yasını tutan,
Karalar giymiş bir koru
Koru değil “meşcere “
diyordum,
Çünkü içim makbere gibiydi,
Ortaçağda bir gece yaşıyordum..
Bu kentle ilgili bir anım yoktu…
Kentin adından da habersiz
Sadece altında oturduğum ağacın
Nefes aldığını hissediyordum.
-II-
Huzursuz ,üşümüş,türlü tehlikeye maruz
Dışım buz kesmiş , yüreğimde buz
Yaslı bir beste, yüreğimden
Beynime doğru yükselirken
Hatırladım ki birden,
Bu kent benim sürgün yerim
Kendimi buraya süren de
Ben.
-III-
Şiraz’lı Hâfız “kısa bir süre mümkün ancak,
Birbirimizi görme saadeti”
Demişti bunu nasıl
unuttum?
Bu saadetten bir iki yudum,
Ya da doyasıya nazar etmek,
Kesin kurtarırdı beni sürgünden
Görünmez bir elle kaldırıldım
Kendi dünyama geri alındım…
Yas giysisinden soyunmuş ağaçlar
İçimde ne makbere ne makber
Sadece Şirazlı Hafız^dan gelen uyarı:
“Kısa bir süre mümkün olacak,
Birbirimizi görme saadeti”
Ona doyasıya nazar edeyim…
“Alemin seyir defterine,
Devamımız kaydedilmiştir”
Yine de..