7 Aralık 2016 Çarşamba

Nihayet Faslı

NİHAYET  FASLI

Dünya ellerimden kayıyor sanırken,
Kayan benmişim onun ellerinden;
Anne , Baba  ,Arkadaşlar ve nicesi
Buhar oldular ardarda
             Sıklıkla gözlerimde yağar yağmurları…
Savaşlar, Ölümler, Dertler bir yana,
Güzel besteydin ey Ömrüm!
Bir fasıl heyeti loş bir salonda,
Yorulmadan seni seslendirdi…
Renk vermiyorlarsa da artık , hayli mahzun saz heyeti.
Salon loştu zaten fakat işte lâkin,
Sahne ışıkları da azalıyor
Aydınlandı koridor
Sahne arkasındaki ışıklar,
Birden açıldı aksine…
Ne oldu bunca yıllık hukukumuz?
Saz heyeti, neden vedalaşmadan
Arkanıza bakmadan gidiyorsunuz?
                                                                    Hüsrev Hatemi




                                                          

21 Ağustos 2016 Pazar

Vurgun

VURGUN

Sonbaharlar, son bulmadan ardarda
Ardarda hüzün daraltır yürekleri,
Dağlar yürekleri kızgın temreni aşkın,
Eski mızraklarsa, hep mahzenlerde..
Mahzun ve sevinci tanımadan ölmüş,
Yüreklerle dolu mahzenlerde..
Sonbaharlar, son bulmadan ardarda,
Ardarda hüzün, zincirleme...
Ardarda kırgınlıklar ardarda.
Süregelen bir durum değildi ki mutluluk
Sürüp gitmedi de,
Evet sürüp gitmedi sonlandıydı,
Keder ise zedelenmez bir tabaka içimizde,
Yüreğimiz onunla sırlanmış.
Böylesine kirlenmiş bir dünyada,
Hançerlenmiş sayılabiliriz tek tek
Vurgun yedik ömrümüzün derin yerinde
Kargışlar kar gibi yağar ve sürer karanlık.
,                                                                     Hüsrev Hatemi 

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Çengelköy'de bir Çeng

Musikicibaşı, sen iyi bilirsin
Sudan olduğunu her dirinin;
Kederler ki gözyaşlarından can bulurlar,
Sevinçlerden daha diridir onlar.
Şimdi vâr olmayan o bahçeler,
Bir de yeraltı sulan izlensin;
İzlenmelidir de nedendir,
Çekildi bir köşeye arzûlar…
Elem demidir ve bu bezmin,
Dağılması yaklaştı, bu hazin;
Her dirinin, bahçelerin ve kederin,
Göğe yükseldi suyu, bulut yok.
Geri dönmez o su, ey mutrip,
Dönse de göremem ki ben...
Güllerin şevki yok ey mutrip,
Sadece hakkı var kederin.

                                                      Hğsrev Hatemi 1996

11 Ağustos 2016 Perşembe

Sevinçler Bizimle Gelmez

SEVİNÇLER BİZİMLE GELMEZ
                                                    Hüsrev Hatemi
Sevinçler,yaşandıkları günlerin
Taşınmazlarıdır,hepsi
Hepsi ardımızda kalır..
Kimi sevinçler daha yüksektir, ne zaman başımızı çevirsek
Eski siyah beyaz bir film gibi titrek,
Eski günlerin doruklarında
Bir anıt misali görünür.
Sevaplar, yol arkadaşlarımız
Hayat yolunda yan yana yürürüz
Vicdan azapları başımızın belası,
Çıkış kapısı yolunda bu âlemin
Bizden hızlı yürürler önümüzde;
Ölüm kapısına bizden önce varır,
Alaycı bir bakışla beklerler bizi...
Ne sevinçler, ne kitaplar
Yanımızda sadece

Sevaplarla azaplar.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Yürekler Vardır ki

Yürekler vardır ki Devran elinden,
Onlara gam sunulduğunda,
İri güller gibi kan ağlayıp
Sessiz, dünyayı seyrederler...

Yürekler vardır ki onlar,
Kırgınlık ve yalnızlığı tadınca;
Sokak gösterilerinde yakılan,
Taşıt lastikleri gibi,
Alevli ve gösterişli yanarlar...

Yürekler vardır, gam denizi derinlerinde
Mürekkep balıklarıdır ki,
Onlara sitem eriştiğinde,
Deniz içine ağlarlar...
Laciverd ve dilsiz.

Hüsrev Hatemi


BRUSSELS’ LYRICS

                                      to Bonaparte,Brel and Dalida

It is raining in Brussels
Steam coming out of my heart’s ember
Reaching my hair, rising step by step
Oh, my Wallon heart
Will finally dominate my Flemish mind...
Whoever you are, living on earth,
Will have the adventure of Bonaparte.
First will be driven to the middle-aged island
And then run away,
Just after seemed to be rescued
By running away,
Comes Waterloo and the old age
To the scene;
-Absolute triumph of the years-
İt is raining, let it go on
Oh my heart, happily you are there…
The same question is everywhere:
-Why to live?-
No bother my heart, do not suffer;
Why to remember Waterloo
Again and again, day by day
On the old age island?
It is raining in Brussels
Steam coming out of my heart’s ember
Reaching my hair, rising step by step
Thanks to the blowing wind,
Swept away all the dark clouds…
Jacques Brel, singing from the past
Let him, please let him
Tell the short stories of our lives
Oh my heart, forget the defeat!
Here it is Brussels.

                                   Husrev Hatemi

Yalın Ölüm

                                  Yalın Ölüm
“Beni hatırlayın dostlar”demeden
Hatırlanmayı bir küçük çocuğun,
Bir insan ömrü kadar ancak yaşayacak
Beynine bırakır ve ölür kanarya…
Bizim ömrümüzün son buluşu ,kalın
Bir cilt gibi...
Oysa bir gül yaprağı gibi ince ve yalın

Olmalısın Ey Ölüm.

                                               Hüsrev Hatemi

27 Temmuz 2016 Çarşamba

NON DOLET

Keder bir fener gibi döner geceleri,
Ve bezgin seher gelir ardından
Her tanışmayı bir ayrılma say;
Her doğum bir ölüm habercisi
Kavuştuğumuzda ayrılmıştık bu kesindi,
Her güne ayrılığın korkusu sindi
Gerçeği bilmeyen yüreğimiz,
Hep yeni tanışmalara gereksindi…
Her kavuşmayı bir ayrılma say...
Karanlık umutsuzluktan geçene,
Tek mum ışığı çırağan görünür,
Oysa iyi bilinir ki dönüş yolunda
Asla çırağan yoktur...

Çok sayıda şam-ı gariban yaşanır,
Nice yaman acılar çekilir ve bir gün,
Sızılar acıların yerini alır,
Yürek kederli bir sevinçle anlar
Acının yok olduğunu artık.
Her kavuşmayı bir ayrılma say;
Keder bir fener gibi döner geceleri,
Döner geceler keder bir fener gibi,
Ve bezgin seher gelir ardından...
Her kavuşmayı bir ayrılma say... 

26 Temmuz 2016 Salı

Ellili Yıllar İçin Acılı Alaturka Şarkı
Meded ey zaman, bir parça kestir
Kestir bir parça ucundan zülfünün;
Gönül şarkılarını söylerken Safiye Aylâ,
Firak ey felek firak!
Ve bir o kadar da hüzün.

Ilık gazozlu, aynalı taraklı
Çok tramvaylı geçen yazlar
Spor ve Sergi Sarayı’na hayran şehir...
Cambazhaneli geceler, gök havai fişekli
Budur ellili yılların hayâlimdeki şekli.

Yenildik sana ey zaman, bu kesin fakat yine de,
Yine de demek isterim ki derdimi,
Yahya Efendi dergâhına en muvafık derdimi,
Arzetmeğe bir dem bulamadım
Buna izin vermedi felek.

Sana yaptırayım ey zaman-aman
İnsan kemiği tarak,
Tara kâküllerini ve ellili yılları
Bir yana bırak.
Derdimi arzetmeğe bir dem bulmamışken ben,
Ey dost, tanıdılar seni ve derhal geri aldılar
Sarı giymesek de olacağı buydu zâten.
Bekle orda üzerin sarı yapraklarla örtülü
Âhüzarı beni muhtemelen ağlatabilir,
Lütfen uyarın Bülbülü.
Söyleyin Bülbüle nâliş filân etmesin
Bu bahar Feriköy’de kalsın
İstinye’ye hiç gitmesin
Esther Williams’lı ayna, plastik tarak
Çok Fahrettin Kerim’li ve Ulunay’lı bir yaz
Ey zaman, tara sen yine kâküllerini
Ve ellili yılları
Bir yana bırak.

Hüsrev Hatemi



25 Temmuz 2016 Pazartesi

Yaşlılar Korosu

YAŞLILAR KOROSU

Susturun ne olur şu olukları;
Ne rahattı ama yağmur öncesi,
Kesilsin hepsinin solukları,
Biz miyiz onların eğlencesi?
Biz de Arkadya’da yaşamıştık...
Sanırdık, isterse iyi olur insan,
Kalbimiz bu zırhı nasıl ne zaman
Kuşandı bilmiyoruz, vakit geç artık.
Yavru kuşlara acımakla başlayıp
Kimseye acımamakla biter ömür,
Duyguları kaybederiz bu kayıp
Bize bir kurtuluş gibi görünür
Bir yağmur yağmaya görsün, oluklar,
Takma dişlerini takırdatırlar
Kelimelerle geçen ömrümüzü,
Çekinmeden bize hatırlatırlar.
Kurtlara yenilmemekti dileğimiz,
Bizler de olduk birer tilki...
Şimdi ne kadar bizden uzak kalbimiz,
Bize ne kadar yakın kin, ne uzak sevgi.
                                                              Hüsrev Hatemi (46 yıllık şiiri)











12 Ocak 2016 Salı

Değeri Bilinmeyen Lütuflar

                                                  Değeri  bilinmeyen  Lütuflar
                                                                                                                       Hüsrev Hatemi
Bazı şeylere bin yıllardır o kadar alışmışız ki,çok doğal ve zerre kadar hayranlık duymadan karşılıyor, üzerinde hiç düşünmüyoruz  .Meselâ ,  insanların konuşarak anlaşan canlılar olmakla yetinmeyip ,birbirlerini ziyarete gitmeleri,Oturup  etrafı  seyrederek  ahbaplık etmeleri   ve  konuşmaları,  şiiri,  şarkıları, resim  ve  heykeli  icad etmiş  ve  hoşlanıyor olmaları,Önce  kendi  dilleri ve  putları ortak, daha  sonra  Tanrı  inancı ortak olan milletler oluşturmaları,sonra başka toplumların da dillerini ve dinlerini merak ederek öğrenmeye çalışmaları ,mesela Pisagor'un doğduğu toprakları bir süre bırakarak, Mısır'a gitmesi,sağ salim dönebilmesi..Ahd-i Atik'e göre(Old Testament) Hazret-i İbrahim'in eşi  Sâre, yabancı  topraklarda  ölünce ,O civarda oturan Hatti oğullarının(Hititler?) Hz.İbrahim'e "Sen bizim aramızda Tanrı misafirisin ;eşin için mezar yerini sana ücretsiz olarak veririz"demeleri ve Hz.İbrahim'in "Hayır ben eşimi parası ödenmiş olan bir yerde yatırmak isterim" deyişi,hem  Hatti  Oğullarının hem Hz.İbrahim'in  davranışlarındaki  güzellik. İnsanlığın ta ilkçağlardan beri  örften, yazılı hukuka  geçmiş  olmaları ,Ortaçağda  bu gelişimin  ilerlemesiyle  Roma  Huku'nun  doğuşu.  İnsanlığın bez  dokumayı, yün eğirmeyi  sonra bu yün ipliğini dokumayı  bulması ve bunun yaygınlaşması,Pamuk ve keten tarımı yapılması, toprak tabletlerin fırınlanması ile, dayanıklı taş sayfalar haline getirdikleri kitap ve evrak hazırlamaları,sonra bundan papirüse,deri sayfalara(parşömen) ve nihayet kağıda geçmeleri.Hele günümüzde kağıt veya mürekkep kullanmadan,bilgisayarı kapatınca yok olmayacak hatta renkli resimli  sayfalar  doldurmamız.Kullandığımız takvimin ay ve yılları değişik de olsa ,hicri takvim kullanan bir ülkeden bir Batı ülkesine uçakla seyahat eden yolcu nun, kendi ülkesinde  Perşembe  günü ise, gittiği ülkedeki günün de , sözlükte  perşembeyi  karşılayan bir ad oluşu.
                  Bunlar biyolojik olarak bizde olan özellikler değildir. Bunlar insanlığın edinimleri,kazanımlarıdır.Duyma,görme,konuşabilme bize verilmiş biyolojik nimetlerdir.Fakat bir Dede Efendi bestesi, güzel bir tablo,bir Minyatür veya Ayasofya,Süleymaniye, insanlığın becerileri ve katkılarıdır.Bu katkıları yaparken, insanlık tabii ki biyolojik olan temel yeteneklerini kullanır.Ama bu yeter mi? Bence  bir otomatizme veya sibernetik'e atfederek herşeyi izah edemeyiz.Kültürün ,felsefenin,Güzel Sanatların,dinlerin gelişmesinde ben temel  nedenlerden  birinin de "vahiy"olduğuna  inananlardanım .Kur'an-ı Kerim'de "Allah bal arısına vahyetti"diyor.Yani böcek boyutlarında olan bir canlının tek başına yaşamak yerine, kendinden çok kovanını ve kraliçesini düşünen bir canlı olarak yaşayışındaki sırrın "Allah'ın vahyi"olduğunu Kur'an-ı Kerim söylüyor.İnanmayan inanmasın fakat  çok  düşündürücü.
                                              Biyolojik Nimetler
İşitme hissinin canlılara verilmiş olmadığını bir an için düşünelim . Doğan bebeklerin sesini,kuşların sesini,Anne ,baba ve kardeşlerin de sevdiklerimizin de sesini duymadan el işaretleri ile idare edilen,müzik aletlerinin de şarkı söylemenin de ,ortaya çıkmasına imkan olmayan bir dünya hayatı. Zaptedilmiş  sesler  olan kelimeler de olmayacağına göre, yazı ya hiç icad edilmeyecek yahut bin yıllar sonra, ilkel işaretler halinde bir anlaşma aracı olarak icad edilecekti. Fakat, böyle bir dünyada,şiirler şarkılar ve edebiyat olmayacaktı.Görme duyumuz da işitme duyumuz ile birlikte ,doğuştan beri en gelişmiş televizyon cihazlarından daha mükemmel anlaşma,eğlenme,çevreyi tanıma,Öğrenme ve güzellikleri duyma aracımız  Hem de,Gökyüzünden "iletişim sözleşmeniz gereği abone ücretinizi ödemezseniz, görme ve işitme bağlantınız sonlandırılacaktır"tarzında uyarılar da gelmiyor.Bu minneti duyanların, gece ve gündüzün her dakikasında sonlandırmadan ,Tek ve Sevgi dolu Yaratıcıya "Elhamdülillah"sinyalleri göndermeleri yeterli.Bu minnet ve teşekkür hissini duymayanlardan,  çeşitli sinyal  eşdeğerleri de kabul görüyor.O kadarını zaten benim bilmeme imkan yok.Kur'an-ı Kerim'in Secde Suresi (32 ci Sure)6,7,8 âyetlerinde Allah'ın insanı çamurdan yarattığı,sonra ona biçim verdiği,kulak ,göz ve gönüller(ef'ideh) ihsan ettiği bildiriliyor.Ne kadar da az şükrediyorsunuz şeklinde de bir İlahi sitem ve uyarı eklenerek.Gönüller şeklinde çevrilen Ef'ideh kelimesi herhalde kalb anlamına da geliyor ki Kasimirski fransızca olarak "le coeur"kelimesini kullanmış.İngilizce meallerde "Heart" deniyor.(Efideh, Süleyman Ateş mealinde"gönüller"kelimesiyle karşılanmıştır)
                                      Kısacası

Dışımızda  bir Dünya var .Yarın sabah biz meselâ  sekizde  evden çıkınca,  ülkemizde  herkes için saat sekiz  olacak, İş yerinde not alırken kullandığımız klavyedeki harfler  ve  kalemimizin yazdığı harfler, herkes için aynı sesi  ifade edecek,Çocuğu olan  bir arkadaşı  tebrik  ederken,  onun mutluluğunu, heyecanını biz de tahmin ederek içimizde duyacağız.Bir iş arkadaşımızın yakını vefat etmişse  baş sağlığı dileyeceğiz veya "Allah rahmet etsin" diyeceğiz.Dış dünyamız düzensiz değil.Olabileceği kadar düzenli yani.İsteyen inanır isteyen inanmaz,fakat hayatımız Allah'ın bağışladığı biyolojik yeteneklerle başlıyor ve şimdi yaşayan veya yaşamayan, çok eski zamanlarda yaşamış diğer insanların kazanımlarıyla devam ediyor.Bir kurt sürüsü, veya karınca yuvası  veya arı kovanında, vahiy egemen ise, düşünme yeteneği  olan İnsanda, vahiy tabii ki  daha hakimdir. Tabii ki, her kes peygamberlik derecesinde değildir.Peygamberlere sözel vahiyler geldi..Kalbinde Allah Sevgis taşıyanlara da iyi davranışları seçmek  için ilhamlar gönderilir.İstemeyen inanmasın.

1 Ocak 2016 Cuma

İmaj Tamir Çalışmaları

İMAJ TAMİR ÇALIŞMALARI
Hüsrev Hatemi
Yakın tarihte olsun,uzak geçmişte olsun öyle talihsiz tipler yaşamıştır ki,aslında bir çok benzerlerinden daha kötü olmadıkları halde,hep kötü tanıtılmışlardır. Bunun aksi de sıklıkla görülür. Öyle övülen tipler vardır ki,onlar da bu kadar övgüyü hakketmemişlerdir.
Bir örnek veriyorum:
Selçuklu vezirlerinden Muinüddin Pervane, tarihi kişilikleri kum torbası zanneden boksör tarihçiler,veya tarihçi olmayan kahvehane hatipleri tarafından hırpalanmış ve hırpalanmakta olan talihsiz bir çehredir.
Osmanlılar, şimdiki devir yazarlarından biraz daha insaflı,biraz daha empati duyabilen yazarlar yetiştirmişlerdir. Bu sebeple bir Osmanlı aydını Cengiz Han’ı pek övmez. Övmek bir yana,onu zalimlik numunesi olarak anar. Cumhuriyet döneminde ise,Cengiz Han,anlı şanlı Türk evladı olmuş,Selçuklular ise “pek başarılı olmamış Türk Devleti” görüntüsü ile etiketlenerek bir köşeye itilmişlerdir.
Muineddin Süleyman Pervane,Anadolu Selçuklu Devletini 1262-1277 arasında yöneten bir Selçuklu veziridir. Anadolu’nun manzarası,bugünün Irak veya Afganistan’ı gibidir. Görünüşte,Selçuklu Devleti yıkılmamıştır. Fakat, Moğol askeri birlikleri her fırsatta Selçuklu yönetimini “tedip” etmek için Konya’yı, Kayseri’yi kuşatmakta ve sivil halkı da kılıçtan geçirmektedir.Muinüddin Pervane on beş yıllık hükümet reisliği sırasında ne Mevlana, ne de Burhaneddin Tirmizi gibi davranmıştır. Buna da imkan yoktur. O devir de, Anadolu’da tamamen ahlak kurallarına uygun davranan bir vezirin, hükümet yönetmesine değil,yaşamasına bile imkan vermeyen şartlar hüküm sürmektedir. Muinüddin Pervane,Moğollardan Anadolu’yu kurtarır ümidi ile Mısır’da hükümdar olan Baybars’ı  tutan ve onu davet eden bir kişi olduğu halde,Moğolların karşı saldırısından çekinerek Tokat’a çekilmiştir. Baybars,Kayseri’ye girdiyse de , Muinüddin Pervane’den destek görmediğinden,Anadolu’yu terk etti. Bunun üzerine o devrin süper gücü olan Moğolların,Azerbaycan’da oturan büyük komutanı Abaga Han Anadolu’ya girdi. Kayseri’de ve Doğu Anadolu’da büyük katliam yapıldı. 1277 yılında Abaga Han’ın emri ile hareket eden Moğol komutanı Gökçe Bahadır, Pervane’yi otuz iki kişilik yakınları ile idam mevkiine götürdü. Muinüddin Pervane, iki rekat namaz kılma müsadesi alarak, namazı bitirdikten sonra,idam edildi. Çok kısaltarak verdiğimiz bu olaylar zincirinden anlaşılıyor ki, Muinüddin Pervane tamamen ahlak ve insanlık ilkeleri ile sınırlı bir hayat sürememiştir. Fakat Sinop’ta Pervane külliyesi, Tokat’ta bıraktığı eserler onun bu kadar karışık olaylarla dolu olan on beş yıllık döneminde, hayır eserleri yaptırmayı ihmal etmediğinin kanıtıdır. Pervane’nin en büyük günahı,Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’ı, Moğolların öldürmesine engel olmayıp aksine bu olayda etkin rol üstlenmesi olmuştur.
Pervane’nin, içinde bulunduğu şartları hiç göze almadan, onu sadece entrikacı ve egoist bir hain adam gibi gösterenlerin bazıları, o devirdeki Moğol komutanlarını “Müslüman ağabeyler” gibi gören kahvehane hatipleridir. Bu zevat-ı kiram, Moğolların o devirde Şamanist veya bazılarının Budist olduklarını düşünmemekte, Muinüddin Pervane’yi,Moğollara düşmanca hisler besleyen bir İranlı gibi görmekte veya göstermektedirler. Anadolu’ya giren Baybars,hem Müslüman türk(Kıpçak) asıllı olduğu,hem de kayseri halkına hiçbir gasp olayı yaşatılmamasını, her şeyin ücreti ile satın alınmamasını sağladığı halde, milliyetçi hatipler ona takdir veya tekdir cümlesi göndermekte gönülsüz davranmaktadırlar. Selçuklu dönemini inceleyen tarihçilerimizden Osman Turan,Pervane’nin dönemi için şunları söylemektedir.
“Muinüddin Pervane,Moğol müdehaleleri ve saltanat mücadelelerinin kızıştığı, ihtiraslı emirlerin birbirlerine düşüp devletin kudret ve itibarını sarstıkları bir zamanda meydana çıkmış,çok mahirane bir siyaset ve metodlar ile Moğolları kazanarak, Türkiye’de tek adam durumuna gelmiş, on beş yıl zarfında devleti mutlak hakimiyeti elinde tutarak,memlekette bir nizam ve huzur sağlamış ve bir “Pervane devri” kurmuştur(1).
Osman Turan gibi tarafsız Moğol muhabbeti de fars muhabbeti de taşımayan başka iki tarihçimiz,Ali Sevim ve Erdoğan Merçil de şu sözleri söylüyor. “On beş yıl süreyle siyasi zeka ve mahareti sayesinde yönetimi tekelinde tutmuş, ülkede huzur ve sükunu sağlamada eşsiz bir başarı göstermiştir. Onun ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti adeta sahipsiz kaldı,yönetime el koyan Moğolların sebep olduğu buhranlar ve huzursuzluklar sürüp gitti(2).
Mevlana,1273 de vefat ettiğine göre,Muinüddin Pervane’nin idam edildiğini görmemiş,bu olaydan dört yıl önce ölmüştür.
(1-    Osman Turan.Selçuklular Zamanında Türkiye.Turan Neşriyat Yurdu İstanbul 1971

(2-    Ali Sevim,Erdoğan Merçil.Selçuklu Devletleri tarihi.Türk tarih Kurumu.1995)