15 Ekim 2012 Pazartesi

Semtlerin Musikisi

                                                          Hüsrev Hatemi
On iki on üç yaşlarında Yahya Kemal’in “Gâh akarken hüznü eyyam-ı hazanın Göksu’dan / Tek teselli mutribin elhân-ı nâyından gelir” mısraları ile tanıştım. Bu tanışmadan bir ay kadar sonra annem ve akrabalarla yapılan bir Küçüksu gezisinde,Küçüksu’nun musikîsini duydum. Gerçekten de semtlerin bir musikîsi vardır. Binaların her biri, ufuktaki deniz manzarası, görülen bir vapur, bir ağaç, semt sakinleri bu bestenin notalarıdır. Yalnız şunu da eklemek lazım, her dinleyici için bu notaların yorumu farklıdır. Birbirine yakın besteler dinlemek için iki beynin aynı nesilden olması, hatta aynı dinden veya aynı inanıştan, aynı edebiyat zevkinden olması şarttır.
Mesela Beşiktaş’ı ele alalım; Beşiktaş bana Rıza Bey’in “Meyledip ağyarı aldın yanına / Bivefâ hercâi yazık şanına” şarkısını dinletir.
Fındıklı’dan sözsüz bir saz eseri, mesela Tanburî Cemil Bey’i dinleyerek, Meclis-i Meb’usan’ın işgal ediliş günlerini düşünerek geçerim. Tophane’den bir tulumbacı türküsü dinleyerek geçerim. Kadiriler yokuşunda ve Karataş türbesi önünde kulağımda “Hazret-i Pir Efendimiz” veya başka bir tasavvuf neşesinde beste çalınır. Beyoğlu’nda “Beyoğlu’nda gezersin”i, St. Antuan önünde bir “erganun” ahengi dinlerim. Tünel’e Şeyh Galip türbesi önüne gelince “Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenâre düştü / Dayanır mı şişedir bu reh-i seng sare düştü” sözlerini yazan Galip Dede’yi anarak geçer,hem bu besteyi hem de Mevlevî ayinlerini duyarım. Şişli’de “Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından” şarkısı başlar. Şişli Camii’nden kalktığını hatırladığım her uğurlanan kişinin hatırası, bu besteye ayrı besteler ekler.
Osmanbey Atatürk Müzesi önünden bir Saadettin Kaynak bestesi, bazen da “yaslı gittim şen geldim”i dinleyerek geçerim. Pangaltı’dan Rumca bir Şarkı dinleyerek geçtikten sonra ,Harbiye’de askeri marşlar başlar. 1912’de milli birlik için Kaptanzade Ali Rıza Bey’in bestelediği, sade sözlerini bildiğim, maalesef, işe yaramamış olan besteyi düşünürüm “Bak Hasan’la Vartan’a, asker oldu Vatan’a, bak Nesim’e Petro’ya, asker oldu orduya. Elele hep verelim kardeşçe birleşelim.”
Eminönü’nde ve Galata Köprüsü üstünde ruh haline ve mevsimine göre besteler değişir. Fakat çoğu “Kapıldım gidiyorum, bahtımın rüzgârına, Ey ufuklar diyorum, yolculuk var yarına” havasındadır. Sirkeci, birbiri ardından gelen bestelerle bana bir fasıl dinletir. Babıâli’den geçerken sevdiğine derdini “Arzetmeğe” fırsat bulamayan İstanbul Efendisini düşünürüm. “Derdimi arzetmeye ol şuha bir dem bulmadım.”
Vilayet önünde Babıâli baskınlarını “Ordumuz etti yemin, titredi ru-yi zemin” eşliğinde düşünürüm.
İran Konsolosluğu önünde Hafız’ın gazeli başlar “Hergiz nemired an ki dileş zinde şod be aşk” Divanyolu’na çıkınca serhat türküleri, Dede Efendi, Şakir Ağa, Şeyh Bedrettin, Sultan Abdülhamid, İkinci Mahmud, Köprülüler, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Ziya Gökalp, Fatma Gevherin Sultan çağrışımlarının yarattığı nağmeler ortamından hızlanarak kaçar veya müsait bir günümde isem, beynime bir ses filtresi takarak bu çağrışımlardan yalnız birinin musikisini dinlemeye çalışırım.
İstanbul’da yalnız bunlar duyulmaz. Öyle noktalar vardır ki bir Anadolu türküsünden bir klasik müzik parçasına geçilir. Biraz sonra bir Türkçe tango başlar.
“Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul” bestesi bence tüm İstanbul’un bestesidir.
İstanbul’u sevmek bu bestelerin değişmemesine de çalışmak demektir. Bestelerin kişilere göre farklı olabileceğini söylemiştim. Fakat tehlike şuradadır. İkinci Mahmut Türbesi önünde Sultanahmet Meydanı’nda, Şişli’de, Tünel’de hep aynı tipte musikî duyulursa, artık İstanbul öldü demektir. Gayri isteyen Fadime’nin düğününde halay çekmek için köyüne avdet buyursun, isteyen makarna tenavül etmek için Trieste’ye gitsin. Bize de vefat etmek düşer.


30 Eylül 2012 Pazar

Yahya Kemal Beyatlı Şiirinde Din ve Tasvvuf

Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiirinde Din ve Tasavvuf
H. Hüsrev Hatemi

Yirminci yüzyılın Türk şairleri arasında, Yahya Kemal Beyatlı ilgi çekici bir özellik taşımaktadır. Yahya Kemal, Batıya dönük yüzü ile, Cenap Şehabettin’den geri kalmamakta, hattâ Ahmet Haşim’den daha batılı bir görünüm sunmaktadır.
Bize dönük yüzüyle de, Tevfik Fikret’ten, Cenap Şahabettin’den, Ahmet Haşim’den daha ileri bir İslami görüş ve duruşa sahiptir. Yahya Kemal, özellikleri çok araştırılmış, hayatı diğerlerinden daha fazla göz önünde geçmiş bir şair olduğundan, sıklıkla İslam inancının pek kuvvetli olmadığı ileri sürülmüştür. Fakat bu, acele bir hükümdür.
İnançtan kopmuş bir Yahya Kemal kesinlikle bunu, konuşmalarında veyâ şiirlerinde belirtirdi. Bu da, yaşadığı devirde, ona olumsuz bakılmasına yol açmaz, aksine “ilerici” görülmesini bundan “prim kazanmasını” sağlardı. Halbuki Yahya Kemal ölümüne sayılı günler kaldığında bile “ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin/Bir çare yok mudur buna yâ Rabbül Âlemin” demiştir.

Kendi Gök Kubbemiz ve İnanç İzleri
Yahya Kemal Beyatlı’nın, daha modern tarzdaki şiirleri “Kendi Gök Kubbemiz” adını taşıyan kitapta, geleneksel zevkle yazılmış şiirleri ise “Eski şiirin Rüzgarı ile” adlı kitapta toplanmıştır.
“Kendi Gök Kubbemiz” kitabındaki şiirlerinde, İslam inancı daha yalın cümlelerle belirtilirken, “Eski Şiirin Rüzgarı ile” kitabında, daha çok tasavvufi remizlerle (simgelerle) karşılaşılır.

Örnekler
1-      Ordu milletlerin en çok döğüşen en sarpı / Adamış sevdiği Allahına bir böyle yapı (Süleymaniye’de Bayram Sabahı)
2-      Büyük Allahı anarken bir ağızdan herkes / Nice bin dalgalı Tekbir oluyor her bir ses (Süleymaniye’de Bayram Sabahı)
3-      Musikisinde bir taraftan din / Bir taraftan bütün hayat akmış / Bir taraftan Boğaz, o Şehrayin / Mavi Tunca’yla gür Fırat akmış (Itri)
4-      Bir bir açılırken göğe, son def’a yarıştık / Allaha giden yolda meleklerle karıştık (Mohaç Türküsü)
5-      Görmüş İstanbul’a yüzbin meleğin uçtuğunu / Saklamış durmuş asırlarca hayâlinde bunu (İstanbul Fethini Gören Üsküdar)
6-      Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine / sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti / Bir tatlı intizâra çevirmiş süküneti (Atik – Valde’den inen sokakta)
7-      “Gönlüm, dilim kanım ve mizacımla sizdenim / Dünyâ ve ahrette vatandaşlarım benim (Üsküdar’ın dost ışıkları)
8-      Mânevi çerçeve beşyüz senedir hep berrak / Yaşayanlar değil Allah’a gidenlerden uzak. (Koca Mutsâ Paşa)
9-      İçimde dalgalı Tekbîr’i en güzel dinin / Zaman zaman da Nevâ-Kâr’ı doğsun Itri’nin. (Yol Düşüncesi)
10-  Yarâb dedik nedir bu muamması hilkatin (Bir Yıldız Aktı)
11-  Gaaibde bir muhavere geçmiş de pek hafi / Gaybi’ye söylemiş bunu İdris’i Muhtefî (Mâvera’da Söyleniş)

Eski Şiirin Rüzgârı ile
12-  Görünce âyine-i neşvesinde lâhutu / Kemâl-i vecd ile kurban olur gönül gönüle (Gönül)
13-  Yegâne hüsn-i ilahi odur Cemâlullah-Cihâna Ahsen-i takvimden ıyân olalı (söz meydanı)
14-  Ezan-ı Muhammedî. Baştan Sona “Ezan”a Övgü
15-  Dîdar-ı Kibriyayı kemaliyle gösteren / Şeyda gönülden özge bir âyine görmedik.
Tanrı’nın cemâlini bütün mükemmelliği ile gösteren bir ayna olarak, coşkulu âşık gönlümüzden başka ayna tanımadık (Ne Bildik Ne Bilmedik)
16-   Bir gün dolarsa çilemiz ey Rabb-i Zülcelâl / Bir şer bırakma der kef-i mîzan edilmedik (16 Mart 1920)
Bir gün bu çilemiz dolarsa ey ululuk sahibi rabbim, terazide hiçbir kötülüğü (bize yapılan) tartılmadan bırakma (Şehzadebaşı Karakolu şehitleri, İstanbul’un işgali)
17-  Ya Fahr-i kâinat sen îfa et ecrini / Divan-ı Kibriya’da bu şark ercümendinin (Ali Emiri’ye Gazel) Ey Kainatın Övüncü olan peygamber yarın Hak divanında, Doğu’nun bu seçkin kişisine yaptıklarının ödülünün verilmesini sağla.
18-  Karışsın cân ü cânan yükselen bang-ı Enelhak’la Şeriat bir dahi Mansur’u berdar etti sansınlar (Zevkabad) Can ve Cânan Enelhak haykırışı ile birbirine karışsın / Şeriat Mansur’u bir defa daha dar ağacına çekti sansınlar.
19-  Kalkıp Hudâ’ya doğru giden bir sefînede / Erbab-ı neş ve mest gider, nâhudâ içer (Kadri’ye gazel)
Kalkıp da Tanrı’ya doğru yol alan bir gemide, neşe sahipleri (yolcular) de kaptan da içer. (ilahi aşk)
20-  Dünyada bu iksir ile mes’ud olan ervah / Ukbada da sermest-i müdam olsun erenler (Veda Gazeli) 
Dünyada ilahi aşk şarabıyla mutlu olan ruhlar, ölümsüzlük âleminde de devamlı mest olsun Erenler!
21-  Hilkat lisan-ı hal ile her bâr söylenir / Mânâ-yı Rabbi etmeyip ızmâr söylenir (Derin Beste)
Yaratılış,  hal dili ile daima anlatılır. Yaratılışta Tanrı’nın tek yaratıcılığı da gizlenmeden söylenir.
22-  Mesnevî şevkini eflâke çıkarmış nâyız / Haşredek hem-nefes-i Hazret-i Mevlânâ’yız (İsmail Dede’nin Kâinatı) Mesnevi’nin coşkusunu göklere çıkarmış neyiz. Kıyamete kadar Hazret-i Mevlânâ ile eş sesli, eş nefesliyiz.
23-  Kadr ü haysiyyeti pâmâl olarak etti firar / Kalb-i İslam’a nüfuz eylemeğe gelmiş iken (Tahmis-i Gazel-i Hümayun) Çanakkale savunmasını oven, Sultan Reşat’ın manzumesini tahmis.
24-  Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbî / Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi / Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın / Galib et,  çünkü bu son ordusudur İslâm’ın (26 Ağustos 1922) Bu dörtlük Büyük Taarruz için yazılmıştır.

Sonuç
Ahmet Haşim’i, Cenab Şahabettin’i ve daha bir çok kişiyi sorgulamayan bir kısım müslüman aydınlar, içki içtiği için olmalı, Yahyâ Kemâl’in inancına şüphe ile bakmaktadırlar. Yukarıya aldığımız yirmi dört örnek yeter mi acaba?
Yahyâ Kemâl Beyatlı, düşünen bir şairdir. Düşünen bir beyin olarak “ölümden sonra düşüncemiz, beynimiz, duygularımız devam edecek mi?” şeklinde şüphelere düşmüştür. Açık sözlülükle, bu şüphelerini de belirtir. Fakat Sermet Sami Uysal’a şüphelerini anlattıktan sonra der ki “Ben Türk ve Müslüman olarak doğdum. Türk ve Müslüman mezarlığına gömüleceğim. Ölüm, benim milletimin hayalinde tesbit ettiği gibidir. Ma’dâsı (geri kalanı) benim şahsi fikirlerimdir” (*)

(*) İşte gerçek Yahya Kemâl Sermet Sami Uysal. İnkılap ve Aka Kitabevi. 1972 İstanbul




13 Haziran 2012 Çarşamba

Haziran 2012

                                          Kastamonu’yu ,iki defa görebildim.Her iki ziyarette de ,Şeyh Şaban-ı Veli ziyaretinden sonra,”Ayağı Yanık Evliya “türbesini ziyaret etmiştik.Özellikle 2003 deki  son ziyaretten sonra “Ayağı Yanık Sultan kimdir acaba?”sorusu beynimde çakılı çivi gibi kalmıştı.800 yıl önce,Kastamonu fethinde şehit düşmüş bir asker olduğu söyleniyordu.Genellikle, şehitlerin mezarları da evliya gibi ziyaret edilir.Fakat bu türbe evliyalaşmış bir askere ait olsaydı,”Ayağı Yanık Yiğit veya ayağı Yanık Baba” unvanları verilirdi.”Sultan” veya “Evliya” gibi unvan verilmesi,Ayağı Yanık’ın bir mutasavvıf veya ermiş olduğunu düşündürür.Geçen gün,Mevlana’nın  Fih-i  Mâfih’ini  okurken 21 ci bölümde Şerif-i Pâ-suhte(Ayağı Yanık Şerif)der ki” başlığıyla karşılaştım.Mevlâna ,Şerif-i  Pâsuhte’nin  bir sözünü ele alarak”Bu söz berbat bir sözdür diyor.Şems-i Tebrizi’nin  Makalat adlı  eserini İran’da  bastıran Muhammed Ali Muvahhid, Şerif-i Pâ-suhte’nin  hicri 7ci yüzyıl ilk yarısında Konya’da veya civarında yaşamış bir irşad edici olduğunu söylüyor.Muvahhid’e göre,Mevlâna ve Şems’in tenkid ettiği Şerif-i Pâsuhte’ye, Muhakkık-ı Tirmizi, olumlu yaklaşmıştır.Şu halde,Kastamonu’daki “Ayağı Yanık”Türbesi  büyük ihtimalle  “Şerif-i Pâ-suhte”ye aittir.Kastamonu ve Sinop’un Selçuklular tarafından fethedildiğini düşünürsek,bu ihtimal uzak değildir.Kastamonu ve Türkiye üdebasına duyurulur.
                     Faruk Nafiz Çamlıbel
1940 lı ve 50 li yıllar Türkiyesinde, İstanbul,Ankara, Sıvas, Kars fark etmeden ,her hangi bir öğretmene,subaya ,hatta bir kitap okuyan kırtasiyeciye,bir devlet memuruna “Han Duvarları “deseniz ,”Yağız atlar kişnedi,meşin kırbaç şakladı/Bir dakika araba yerinde durakladı”cevabını  alabilirdiniz.”Han Duvarları” şiiri bu kadar yaygın bir üne sahip idi.Yahya Kemal,divan edebiyatından da,Fransız şiirinden de,Edebiyat-ı  Cedideden  de  hoşlananların şairi  idi.Faruk Nafiz ise ,hem Yahya Kemal^den hem  Edebiyat-ı Cedide’den hem de hececilerden hoşlanan bürokrat ve aydınların şairiydi.
Sol aydınlar veya sol ile ilgisi olmayıp kendilerini solcu göstermeyi  yararlı sayanlar,bu  iki isimle de ilgilenmezlerdi.1960 lı yıllar başlayınca Faruk Nafiz Çamlıbel,sırf Menderes’in  partisinden milletvekili olduğu için Yassıada’ya gönderildi.O,memleketine küstü.Laylayloman takımı da Çamlıbel’e küstü.Fakat ayrıca bizde Toplumsal(İçtimai)vefa duygusunun da bir tahtası noksan olduğundan,1960 lı yıllar bitince,Çamlıbel nerdeyse unutuldu.Yalnız Faruk Nafiz değil,Orhan Seyfi Orhon da,Yalnız bu üç isim değil,Rıza Tevfik Bölükbaşı da unutuldu.Çamlıbel’in unutulması,Demokrat Parti ve Menderes Bayar ikilisini seven takımın vefa eksikliğinin,Orhan Seyfi Orhon’un unutuluşu da hemen hemen aynı eksikliği n kanıtlarıdır.Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın unutuluşu ise,siyasetle-sanatı birbirine karıştırmakta çok ileri giderek,bir zamanlar Nazım Hikmet’e yapılanın ters istikametinde bir vefasızlığın örnekleridir.Behçet Kemal Çağlar pek güçlü bir şair değildi.Unutulması çok garip bir mesele değilse de,Kemalist ahibba onu hatırlamalıydı.Bazı gençler,hececileri”demode “buluyorlar..Fakat aynı kişiler Baudelaire,Rimbaud,Valéry denince pür duygusallık kesiliyorlar.Halbu ki,hece veznini küçümseme mantığıyla okunurlarsa,bu şairler de hece vezni şairleridir.
                           Şu halde ne yapalım?
Bir fincan kahve,bitki çayı veya Rize Çayı eşliğinde,elimizde Faruk Nafiz Çamlıbel şiirleri olarak rahat bir kûşe’ye çekilelim.Alay etmeye değil,musiki dinlemeye ve Türkçenin güzel bir dil olduğunu bir daha duymak ve kabullenmeye hazır olarak bazı mısraları veya  şiir bölümlerini yüksek sesle okuyalım.Çok beğenmeyebiliriz,beğenmezsek Faruk Nafiz bir şey kaybetmez.Fakat ,Türkçe şiir,belki üzerinde plastik şişeler,olan bir kirli nehir olmaktan kurtularak yine  ana kaynağı arı duru Türkçe olan bir  nehr-i aziz olmağa yüz tutar.

5 Şubat 2012 Pazar

O öldü

                                       O öldü
Elif’in kendisine yöneldi:
Elif çekmesine gerek yok…
Bâ harfi gibi uzanmış
Cevr ve Cefâ’nın  Cim’inden,
Melâl ve Elemin Mim’nden,
Âzâde oldu artık.
         Ölüm Elif’e yolculuktur,
         Bütün harfler unutulur
         Sahibi izin verirse eğer,
         Bizimle kalan Elif’tir…
        Bir de aşkın Ayn’ı
        Yani Elif ve aşkın aynı.
Ortalık simsiyah değil sandığımız gibi…
Açık yeşil ve koyu Mavi;
Fakat sessizlik yürek delici,
İzin verirse Kelâm’ın sahibi.
Selâm sözü en büyük teselli,
 Evet sessizlik korku verici
Sadece kulağa erişirse bir”Selâm”
Bu kâfi.                                                Hüsrev Hatemi