1 Kasım 2015 Pazar

Seyyid Mehmed Pertev Paşa'nın bir güftesi

 Seyyid  Mehmed   Pertev   Paşa’nın  Müstezad tarzında bir Güftesi,
                                                                                                                                                           Hüsrev Hatemi
Hasretle  bu  şeb  gâh uyudum,gâh uyandım
Hep ol mehi andım
Eğlence edip hâb ü hayalin oyalandım
Tâ subha dayandım
Kan ağladım içtikçe mey-i  bezm-i  firakı
Bi minnet-i   saki
Peymâne   gibi   gâh dolup gâh boşandım
Her renge boyandım
(Hasretle bu gece   bazan uyudum   bazan uyandım/Hep o ay yüzlü güzeli andım/Ardarda uykuyu ve hayalini görmeyi eğlence ederek oyalandım/Bu hal vakit sabaha dayanıncaya kadar sürdü/Senin ayrılığının,yokluğunun  meclisinde ayrılık şarabını şarap dağıtıcısına minnet etmeden içtikçe,kan ağladım/Kadeh gibi bazan dolup bazan boşaldım/Her renge boyandım.
               Bu müstezad tarzındaki güfteyi Nevres Paşa Uşşak makamında bestelemiş ve her nedense ,musiki yayınlarında(en son da You tube'da) güfte Erzurumlu İbrahim Ethem Pertev Paşa'ya atfedilmiştir.Seyyid Mehmed Pertev Paşa hakkında etraflı bilgiyi İbnül Emin Mahmud Kemal İnal'in "Son Asır Türk Şairleri"adlı esaerinde bulmak mümkündür.1837 yılında,haksız suçlamalara uğramış,Edirne'de idam edilmiş ve Şiirleri 1840 yılında  basılmıştır.O sırada Ethem Pertev Paşa onaltı yaşındadır(doğumu 1824)               Türk musikisi ile ve tarihiyle uğraşanların bu hatayı düzeltmeye gayret etmeleri çok iyi olur.Her iki Pertev Paşa'yı rahmetle anıyorum.

29 Ekim 2015 Perşembe

Edebiyat ve alkol

Refik Halid Karay, ne Servet- i Fünuncular ne Fecr- i  aticiler alkol mübtelası oldular diyerek bir önceki kuşağın ve kendi kuşağının edebiyat anlayışının meyhaneden beslenmediğini yazmış.Demek ki edebiyatımıza bir süre egemen olan rakı ve meyhane muhabbetini 1910 lardan sonra doğanlar canlandırmış oluyorlar.Neyse ki şimdiki günlerde de " edebiyatçı adam içer oğlum" diye kasılarak konuşan kalın sesli edebiyatçı abiler azalmış durumda.Behçet Necatigil içerdi fakat bu tip abilerden olmadı.Cemal Süreya da öyle.

28 Ekim 2015 Çarşamba

Romancı Aka Gündüz Bey'in şiirlerinden





                                           Ezan Vakitleri
Akşam,ufuklarda dalgalı, ince /Mor ipekten bir tül,  hava serince.../Güneş  uzaklarda kanat gerince/Kafkas'ın gurubu,haşmetle başlar,/Kızıla bürünür dağlar ve taşlar/Değişen âlemin bütün edâsı/Gözlerden kalblere dökülen yaşlar/Dudaklarda titrer halas duası./Kuşlar ,çağlayanlar âhenk içinde/Bahçeler,ormanlar bin renk içinde/Ağaçlar çiçekten çelenk içinde/Her biri Tanrı'dan bir niyaz eder/Bulutlar uçmaktan ihtiraz eder/  Açılır evlerin hep kafeslerii/ Kalblerin içinde ihtizaz eder/ Allah'a yalvaran Ezan sesleri./ Kumrular dem çeker kavallar öter/Bacalardan beyaz bir duman tüter/Ağıllar canlanır,yorgunluk biter/Her kızın lebinde açar bir gonca/Yıldızlar onları öper gizlice/Unutulur adı elemin yasın/Bir yeşil nur ile başlar bir gece/Gurubu tulûdur bizim Kafkas'ın.-(Aka Gündüz, Bozgun 1918iKanaat Kitaphanesi.Istanbul)

24 Mayıs 2015 Pazar

Şems Öldürülmedi

Şems-i Tebrizi  öldürülmedi ,kendisi Konya’dan ayrıldı. 
                                                                                                      Hüsrev  Hatemi
Ortaokul çağlarımdan beri, Şems-i Tebrizi’ nin cinayete kurban gittiğine inanmıştım.Aksini söyleyeni de duymamıştım hiç.Hatta ek bilgi olarak kuyuya atıldığına da inanmıştım.İlk bu olayı duymam 1954-55 yılları idi.Elli yıl geçti 2005 yılı geldi ben yine aynı yerdeydim.2005 ten sonra oğlu Alaeddin Çelebi’ye dargın olan ve kendisinden önce ölen Alaeddin Çelebi’nin cenazesine de katılmayan Mevlana’nın, kendi ölümüne birkaç yıl kaldığında  birgün oğlu Sultan Veled’e , ölen oğlu Alaeddin’in mezarını göstererek”için  rahat etsin artık. Ben onu affettim” dediğini öğrendim .İçime ilk şüphe o zaman düştü.Çünkü,Mevlana gibi tok sözlü bir babanın ,Şems cinayetinde oğlunun parmağı olduğunu bile bile onu affetmesine imkan yoktu. Bundan sonra böyle bir cinayetin varlığından şüphelerim gittikçe kuvvetlendi.Bu şüphelerimi bir rapor şeklinde sıralayayım:
a)Birinci şüphe: Yukarda bahsettiğim  anekdot.
b)Mevlana, Divan-ı  Kebir adı verilen şiirler toplamında Mesnevi’de yaptığı gibi, eski olayları anlatmaz. Öğüt de vermez.  Coşkularını, sevinçlerini, üzüntülerini anlatan  ve İlahi aşka daveti içeren şiirleri Divan-ı Kebir’de toplanmıştır .Bu divanda Moğolların yay kirişi ile boğdukları Selçuklu Sultanı’nı anan Mevlana ,Nasıl olur da Şems için “reftî=gittin”şeklinde şiirler söylerken ,birinde bile “Sana yazık ettiler, Katillerin cezalarını ahrette görecekler mealinde bir şey söylemez?
c)Mevlana,oğlunun bir cinayet şebekesinde rol aldığını düşünseydi Selçuklu Sultanına da kadıya da müracaat ederdi.Şems’in kayboluşundan sonra Alaeddin Çelebi hiçbir soruşturma yapılmadan,medresesinde ders vermeğe devam etmiştir
d)Mevlana,Alaeddin Çelebi’nin ölümünden sonra Konya Kadısına mektup yazarak”terekesi  güzelce halledilsin .Çocukları mağdur olmasın” şeklinde mektup yazar mıydı?      Bu mektup kayıp değildir. Günümüze ulaşmıştır.
e)Şems-i Tebrizi,  “ Makalat” adlı kitabında “Ben, hiçbir yerde birkaç aydan fazla kalamam.Bilirsiniz bir defa Şam’a gittim,sonra Mevlana’nın  ricasıyla geri döndüm.İkinci defa ayrılırsam bu kesin olacaktır”demektedir.Hiçbir zaman ”hakkımda bir düzen olduğunu duyuyorum. Bir gün düşmanlarım beni kurban edebilir” gibi bir söz etmemiştir. Mevlana, onun kaybından sonra ”Sen balıktın, balığın yılanla ne işi var?Sen  yılana uyup gittin” derken, ölen bir dosta ağıt yakmaz, sadece şiddetle sitem eder.
f)İran’da  yazılan eserlerde Şems’in , Konya’dan ayrıldığı ve Azerbaycan’ın Hoy şehrinde vefat ettiği bildirilir. İranlıların Konya Halkının ve Alaeddin Çelebi’nin  avukatı olduklarını gösterir hiçbir belge yoktur .Böyle bir avukatlığın sebebi ve mantığı da yoktur.
g)Mevlana, Alaeddin Çelebi’ye kırgındır, bu doğrudur. Fakat katil olduğu için değil, Şems’e Konya’yı zehir ettiği ve Konya’dan ayrılmasını çabuklaştırdığı için.
h)  cinayet hikayesini ilk yazıya döken, Mevlana’nın ölümünden sonra, Mevlana’nın torunun çevresinden olan ve mübalağacı-magazinci, Eflaki’dir.
i)Güzelim romanlara yazık olacak ama, Şems cinayete kurban gitmemiştir.


                                                                  

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Hoch hoch tepelere Haus nicht kursunlar

Hoch hoch tepelere Haus nicht kursunlar
Hüsrev Hatemi
Genellikle halkların sevinçlerinden çok acıları, üzüntüleri birbirine benzer. Sevinçli insan biraz gururlu, biraz "ne oldum delisi" psikolojisindedir.Kederli insanlar ise  "fazlalıklarından" ve gururlarından arınmıştır. Bu da onların birbirine benzemelerine sebep olur.
Geçenlerde Almanya'nın doğu bölgesinde derlenmiş bir halk şarkısı metnini gördüm. "Gelinin Veda Şarkısı" adını taşıyan bu halk şarkısında gelin babası ile, annesiyle kızkardeşiyle vedalaşırken bir Anadolu gelininden farkı yok. Sadece ağabeyiyle vedalaşırken "Bana kırmızı şarap satın alan ağabeyim" diyor ki, bu biraz değişik. Bu değişikliği bir yana bırakırsak, bir Alman kızının da "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, anasının bir tanesini hor görmesinler" havasında vedalaşması ilgi çekici ve duygulandırıc!.
Sultan Aziz, bilindiği gibi intihar mı, cinayet mi olduğu uzun süre tartışılan bir ölümle ölmüştür. Onun için halk arasında doğan "Uyan Sultan Aziz uyan, Kan ağlıyor bütün cihan" ağıtı meşhurdur. Bavyera Kralı Ludvig "Sultan gibi bana da kıyacaklar" dediği bir ruhi bunalım sırasında, doktoru ile birlikte sandalda iken, bir rivayete göre kendisinin hatası ile, halk arasında dolaşan rivayete göre kasıtlı olarak boğulmuş ve Kral için de Bavyera halkı arasında "Güzel Kralımıza kıydılar" söylemi yayılmıştır. İşte halkların ağıtta birleşmesine bir örnek daha.
"Halklar, kederde benzeşirler" demiştik. Sevinçte ise yerel farklar ortaya çıkar. Kimi saldırgan, kimi daha hazımlı olur. Sulu sevinç ise halkları birbirine yaklaştırmaz, uzaklaştırır. Kazancakis "İki keklik bir arada ötüyor" türküsündeki Anadolu hüznünün Aleksi Zorba'yı nasıl duygulandırdığını anlatır. Bizi de Yunan Halk Müziği duygulandırır. Fakat tavernalardaki  bize uymadığı için avanakça görünen  tabak kırma adeti, aklı ewel züppeler tarafından bizi Yunanlılara yaklaştırıyor gibi gösterilirken, aslında uzaklaştırmaktadır. Birbirini ciddiye alan halklar arasındaki düşmanlık bile, halkları birbirine yaklaştırır. İki toplum birbirini ciddiye almıyorsa, sulu dostluk, gelecekte daha yoğun düşmanlıklar hazırlar.






22 Mayıs 2015 Cuma

Dünyanın ve zamanın Fısıldadığı Besteler

                                              Dünyanın ve Zamanın fısıldadığı besteler çok değişti
1940 lı yıllardı;  duyulan türkülerde  ovalar ,  dağlar,bulutlar ve deniz yanında  kuzular,kurtlar,turnalar,martılar vardı.Özellikle şimdi unutulmuş  olan  “Bülbül” hem Aşık Veysel’in dilinde hem türk müziği şarkılarında yaşardı.Ayı,Çakal,kurt da hikayelerden emekli edilmemişlerdi.Martılar,bülbüle mesafeli olan Sait Faik’in, hikayelerinin tabii ve kıdemli kahramanlarından sayılırlardı.Türk şiiri ,“Bülbülü” biraz  demode olmuş(out) sayıyordu.Gerçi Yahya Kemal,”Ey Gül sükûta varmayı emreyle  bülbüle” demişti,fakat bu şiir ,onun eski şiir tarzında yazdığı bir şiirdi.Garip Şiiri veya İkinci Yenicilere bülbülden bahsedilemezdi.Bir zamanlar bülbülden daha alafranga sayılmış olan Kanaryadan bahsetmek bile ,artık “out” olmuştu.Türk Müziği 1980 lere kadar modalardan bağımsız olduğundan ,Mustafa Nafiz Irmak “Kanaryam güzel kuşum” şarkısıyla kanarya imajına  geçici de olsa bir itibar sağlamıştı.Turnalar,Halk musikisinin de Türk musikisinin ortak değerleriydi.”Turnalar uçun,yayladan geçin,yârimi seçin Turnalar ”halkın çoğunluğunun sevdiği bir besteydi.Eski bir bestede sevgiliye ”ben senin aşkının bülbülüyüm,beni hasretle suskun ve sessiz bırakma” diye hitap ediliyordu.(Andelib-i  aşkınam  hasretle hâmuş eyleme) Bu bestenin ikliminden ne kadar uzaklaştığımızın farkına vardığım 1994 yılında”Bensiz ey Gül âlem diskinde hiçbir şey nûş eyleme/Kompakt diski değil miyim aşkının değil miyim?...Öyleyse asla feramuş eyleme “mısralaını yazmıştım.Benden 20 ytıl önce de Attila İlhan “sahi serçeleri unutmuşum” veya”Çam ağaçları vardı ne oldular?”mısraları ile aynı nostalji etkisinde kalmıştı.Attila İlhan’ın sevdiği şairlerden olan Aragon,benim çok sevdiğim bir şiirinde”Notre coeur,ce pain dont nous brisons /Que les sasonnets  le picorent”diyor(Kalbimiz bu ufaladığımız ve sığırcıkların gagaladığı somun).
                    Yahya Kemal,mütareke devrinde yazdığı bir şiirinde “Binlerce rind için tecelligah olan Doğu ülkelerinde Melâmet ve Melamilik felsefesi  söndü.Bu devrin gerçi son sohbetlerinde,Rıza’nın_Rıza Tevfik’in-sazından nefesler dinledik”diyor.Ben de bülbül konusunda 1963 de bestelenen Yusuf Nalkesen’in  bestesi ”Bülbülün çilesi  yanmakmış güle” şarkısını,  bülbül devrinin son sohbetlerinden sayıyorum.1980 lerden  sonra çoğunluğa “laylaylomohoptirinamico şıkırdam”zevk hakim olacaktır,Turna bahsi halk musikisi tesiriyle yaşıyor ”Telli Turnam bizim ele varırsan” İnşallah fişi çekilmez.Keklik ise gönüllerimizde gömülü “Keklik taşta ne gezer”.Eğer son 20-30 yılda evlerde beslenen hamster ve su kaplumbağaları için de bir edebiyat ve müzik doğsaydı acım daha büyük olacaktı.Fakat her iki tür de Allah’ın makul kulları.Evlerde beslenmekle yetiniyorlar ”Bizim için şiir miir beste meste yok mu abiler” diyen hamster veya su kaplumbağası görmedim.