2 Ekim 2011 Pazar

Yirminci Yüzyıla Sitem

                                            Yirminci  Yüzyıla Sitem
Yağmur ormanlarının sözü geçmezdi her gün,
Ama Faik Sabri Bey’in eserlerinde onlar vardı
Hikmet Feridun Bey cihanı gezer,
Bize naklederdi gördüklerini
Hacca gidilir,Van’a gidilir,
Ankara Erzurum da görülebilirdi
Fakat Maldivler,Avustralya,Kanguru,koala  ve kolibrileri
Ancak Faik Sabri Bey anlatırdı
Yağmur ormanlarını,buzulları,
Kuş cennetlerini,vadileri,
Ekolojik Dengeyi veya Arzullahı,
Okyanusları hızlı aşmağa
Yıldırım hızıyla haberleşmeye
Yıldırım hızıyla mahvetmeğe
Kurban ettik sadece bir yüzyılda
Yani yirminci yüzyıl
İnsanlığın  âkıbetini
Kötülüğün gücünü ve genliğini
Her saniyesinde gizleyen
Bir yüzyıl  oldu yirmincisi
Yüzyılların  siyah incisi
Kincisi,dincisi,Stalincisi
Komünisti,faşisti,Çincisi
Bu yüzyılda var oldular
Sağ kalanlar  yeni  tahtlar yaptırarak
Bilgece kurumlandılar ve kuruldular             Hüsrev Hatemi

Na't

Davul sesli düşünürler,ney sesli düşünürler
Mitralyöz sesli önderler
Gediler ve geçip gittiler
Sen İlahi Makamın her nağmesini
İnsanın ve Evren'in macerasını
Bize kanun sesiyle ulaştıransın

Sesinde savaş davulu duyanlar utansın                                        
Karikatüristler,uçuk ve bencil  kişiler
Hiç etkilemez beni,Şeytana karşı verilmiş
Bir red cevabısın,
Yalın fakat şaşırtıcı güzel
“Muhammed”cevabısın.

Yedikule Hafif Zaman- Metro'su


-Güzin Duygulu’ya-(Rahmetli Ablam)
Orda, incir ağacının altında,
Su saati var, boş bulunup da,
Düşmesin ona, boğulur Baba;
Ben, onu seveceğim.
Kuşlar tramvaya binmezler ki hiç,
Vapurlar üstünden uçar onlar,
Sen de tramvaya binme Baba...
Düşersin Şişhane yokuşunda,
Ben seni bekleyeceğim.
Bostanlarıyla yemyeşil Lânga,
Çehre değiştirmemiş İstanbul daha
Cerrahpaşa’da ve Etyemez’de
Nice Osmanlı yaşıyor hâlâ.
Âkif de hayatta, Mısır’da henüz
Mavi gök altında, dalgasız ve düz
Marmara uzanıyor önümüzde.
Cep saatin mi iletti seni suya,
Beni, o günlerin incir altına?
Birlikte yürüsek Kadem Tekkesi’ne
Herkes geri döner, hayal bu ya.
Kum desem, kum saati mi akla gelir?
Yahut Arabide “kalk” demek midir,
Şimdi bunu hangi Kumkapılı bilir?
Ne işe yarardı Muvakkithane?
Orasını pek bilemiyeceğim.
Eski ve yeni müteverrimler...
Ferda’yı bekleyip duruyorlar
Zaman gemisinin düdük sesleri
Beni günümüze çekti tekrar.
Sıhhatler olsun İbrik Kalfa’mız,
Seni de birgün göreceğim...
Ümit, hüzün, elem, hayalden başka,
Ne var insanoğlunun elinde?
Seni bıraktığım zaman tünelinde,
Tramvaya binme olur mu Baba,
Düşersin Şişhane yokuşunda,
Hep seni bekleyeceğim.       Hüsrev Hatemi









Uzlet Köşesi

UZLET KÖŞESİ
Yıllar birikir ardımızda, yürek,
Yıpranır ve soluk daralır
Güneşli geniş bulvarlardan,
Isıtan dost tebessümlerden
Uzlet köşemize ne kalır?
Hele elden gidince teselliler
Teslim oluruz teessüflere…
Mazinin seyrüsefer memurları,
Sühulet gösterirdi seyyahlara
Keder ki bir siyâhi seyyahtı, onu sen,
Onu sen hoş tutmadın ey yüreğim!

Güller dökülür bülbül ölür, sevgi gider
Çimen çocukları yeşerir sonra,
Onlar da çekilir birer birer,
Neydi ey yürek ne sandın ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken sevgi.
Bir gün “Devletle efendim” diyerek,
Hüznü ve Sevgi’yi uğurlayan kimdi?
Ey yüreğim ne kadar da değiştin,
Seni tanıyamıyorum inan ki...
Dört yönden uğultusu olayların,
Yine düğümlendi dün ve yarın;
Taş döşeli bahçede ağaçların,
Altında kızıl ve sarı yığın,
Belirdi, demek ki sonbahardır...
Gün ardı karanlık güz ardı kardır Hele elden gidince teselliler,
Yalnızlık köşemize ne kalır?
Teslim oluruz teessüflere.
Neydi ey yürek sen ne beklerdin ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken Sevgi...  Hüsrev Hatemi










Deidesheim Düşünceleri

DEİDESHEİM DÜŞÜNCELERİ
Gün bitiyor, gece de sona erecek,
Başladığı gibi,
Bütün yüzyıllarda
ve her gün
Tekrarlanmadı mı bu,
Akşamın inişiyle yürekleri ezen duygu?
Hallac ki bireysel günlerin pamuğunu atar,
Tanrının tek zamanında toplardı
Mutluydu, çünkü tek zamana
Koşutluğu sürdürenler,
Sürtünme kuvvetinden doğan elemi,
En aza indirenlerdir,
Mutluluk. tanrısal tek zamanla
Birlikte yahut ona koşut,
Olmaktadır bunu duydum..
Tekrar ediyorum: Bunu duydum,
Otuzyıl Savaşlarını görmüş.
Hemen her köşesi gibi yeryüzünün,
Acıdan pay almış Deidesheim’da…
Kuşlarla, yaban ördekleriyle,
Meşelerle bütün yaratıklarla bir olup,
Hatta ölümden sonra da
Tanrısal zamanda olmaktır mutluluk   Hüsrev Hatemi

24 Eylül 2011 Cumartesi

Duyguların Çocuğu


Sen yıllarla yaşlanıp da akıllanmayan çocuk,
Sen, duyguların çocuğu. Tanrı’nın yaratıp konfeksiyoncuların normal bulduğu,
Orta boylu vücudunu,
Geri vermek yakınken bir konfeksiyon sevgi
Ve sağduyu,
Bulamadınsa arama, olacağı bu,
Her akşam üstü yüreğin altın sarısı,
Sıkılıp da bırakılmış bir limon kabuğu,
Her akşam üstü gözlerinde,
Kimsenin görmediği bir buğu.
Sen elli yaşın çocuğu,
Sana ne diyeyim ki?
Nerden başlasan, geleceğin nokta yenilgi.
O sarı ve serin tekrar, sonbahar
Gene mi kış, kânunuevvel ve sobalar,
Bu yıl milyonuncu kış gibi görünüyor
Bütün ümitlerin aslan ağzında,
Aslan da odada görünmüyor.
Sen, orta boylu ve orta yaşlı,
Orta halli kişisi gerçeklerin
Nerde kaldı önceki düşlerin?
Arasında tümsekleşmek yakın
Ordaki tümseklerin,
Orta hallisi olmak yakın ölmüşlerin.
Sana ne diyeyim ki?
Nerden başlasan, geleceğin nokta, yenilgi.
                                                                    Hüsrev Hatemi
                                                                             1972 






KENDİ KENDİNE LİSE GEOMETRİ


Dört adam, paçaları çamurlu
Arkadan sırtları yamuk,
Pantalonları silindir.
Omuzlayıp götürmektedir,
Yere paralel bir kişiyi.
Dört adam, yere dikey
Ve gönülleri iç bükey,
Sonsuza çizilmiş doğrular...
Önce yere dik,
Sonra paralel,
Sonra parçalanıp sağa sola,
Bir atom bombardımanı olacaklar.
Dört adam, şimdi yeri kazıp
Toprağa bir ceset bıraktılar;
Yer küresine bir yerinden
Değen bir teğet bıraktılar.
Dört adam, şimdi İstanbul’un
Dört yanına dağılacaklar.
Toprak
Ve yere bıraktıkları ile
Dik açıyı koruyacaklar
Sonra onlar da yere paralel,
Beklesin paraleller, beklesin
Sonsuzda kesişecekler,
                                         Hüsrev Hatemi    
                                                   1971








Deterjan Çağı


Siz, deterjan öncesi çağlarının,
Çamaşır çitileyen, çivitli sulara,
Daldırarak parmaklarını,
Yorgun anneleri ve sırası gelince,
Bir küçük kıza anneliği bırakıp
Kendileri karanlık bir evrene
Küçük kız olan anneler!
Binevâ, bikes ve sesleri sisli,
Yoğurtçuların geçişi ile
Sınır kazıkları çakılan,
Bir akşam ülkesi ki Sarıgüzel’de,
Ahşap evlerin pencereleri ardından,
Bakılır da gündüz ülkesine;
Hemen sıla özlemi duyulur.
Arranje ederek yoğurtçu seslerini,
Aralarına “tram tam tam” koysam da
O bikes ve sisli-puslu sesler yine,
Geçtiğini duyuruyor zamanın…
Üstelik istihzası akşam ülkesi gümrükçülerinin,
Derler ki sen ey deterjan çağının,
Ruhunun duvarlarına kadar afişlerle donatılmış kişisi!
Ve gecenin perdesi kapatınca akşam terminal binasının
Çıkış kapısını bir süre,
Atikali, Sarıgüzel, Silivrikapı
Daha nice köşeleri yeryüzünün
Çekilmiş bütün acıları ile yüzyılların
Bavulları yüklü ve yorgun
Akşam ülkesine geçer.
                                            Hüsrev Hatemi 1970

8 Eylül 2011 Perşembe

Çukurbostan Kaplumbağaları

ÇUKURBOSTAN KAPLUMBAĞALARI

Bende rağbet aramayın rindân-ı meyâşâma
Çünkü onlar ters düşünce yaşama,
Hiç bozmazlar istiflerini.
Oysa kaplumbağalar ölür ters düşünce.
Nitekim Çukurbostan kaplumbağaları,
Lânga’nın ve Cerrahpaşa’nın
Hâki cübbeli ve vakur ağaları,
Kaportacılar arasında yaşamaktansa,
Taşkasap bostanları sokaklaşırken
Taş kesildiler.
Son anka kuşu terkederken
Benim jûlide saçımı,
Son kaplumbağanın üzgün bakışı
Asılı kaldı Sümbülsinan kitabesine
Kim unutturacak bu acımı?
Doldurulmuş kuşlar ağlasın şimdengeri,
Paslanmış tel kafeslerde.
Fesleğen ektim gül bile bitmedi,
Dibinde kaplumbağalar sustu sadece,
Hepsi ters dönük.

                          Hüsrev Hatemi     1986



2 Eylül 2011 Cuma

Bir İyi'nin ardından

                            Bir “İyi”nin ardından
Hep kırık Dökük ve sökük,
Hep iki yakası uzak birbirinden,
Yaşadın ve böyle bitti…
Hüzünler ve acılar her zaman sana ve her zaman  sevinçler
Ötekilere aitti.
İşin garibi bu durum  hep öyle gitti ve seni,
Sevindirirdi.
Senin Öykün, Cennetin varlığını,
Meleklerin duyarlılığını,
Bana defalarca hatırlattı…
Sen gidince  de gördüm ki,
Artık hatırlatmana gerek yok,
Bunlar bilgileşmişti beynimde.
Senin yöneldiğin Yaratıcıdan,
Kendime rahmet dilerken,
Sana rahmet dilemek
Benim haddim değil.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Medhal-2

II.

Bir tavus becerisiyle renkleri,
Sermesin önüme artık Mâzi,
Nağmeler yayılsa hemen şimdi,
İsfahan perdeleri isterdim…
Ağaçlar ve ağulu bir ağıt,
Günlerden derlenmiş bir âhenk,
Kader ve Çengelköy’de bir çeng…
Göklerin dürülmesi yakın mı ki?
Yırtılmasın mı yıpranmış yürek,
Ümit Alpertunga’sını sırladık...
Arzuları attık kuyulara;
Neden kendimizi dâima?
Gelecek elemlere hazırladık… Hüsrev Hatemi






Medhal

MEDHAL
I.

Musikicibaşı, sen iyi bilirsin
Sudan olduğunu her dirinin;
Kederler ki gözyaşlarından can bulurlar,
Sevinçlerden daha diridir onlar.
Şimdi vâr olmayan o bahçeler,
Bir de yeraltı suları izlensin;
İzlenmelidir de nedendir,
Çekildi bir köşeye arzûlar…
Elem demidir ve bu bezmin,
Dağılması yaklaştı, bu hazin;
Her dirinin, bahçelerin ve kederin,
Göğe yükseldi suyu, bulut yok.
Geri dönmez o su, ey mutrip,
Dönse de göremem ki ben...
Güllerin şevki yok ey mutrip,
Sadece hakkı var kederin.    Hüsrev Hatemi





8 Mayıs 2011 Pazar

Yol Sonunda Reddiye

YOL SONUNDA REDDİYE
Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye
Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim,
Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe?
Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası;
Duygu tanımaz bir karayel işte...
Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran,
Son yolculuğunda yürek kadırgası.
Suç onun, sevgiye ne gerek vardı...
Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr,
Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur,
Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız.
Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık?
Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık…
İşte ama lâkin ricâ ederim fakat,
Şimdi asla ona gerek duymasaydık...
Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı
Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı
Bir yere varamadı, ölümse arkasında,
Suç onda sevgiye ne gerek vardı?
Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler
Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler?
Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler,
Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim,
Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı.
       HÜSREV HATEMİ




Düşsel Süvari

DÜŞSEL SÜVÂRİ 
Suvar atını, sen düşsel süvâri,
Serin sularında göklerin...
Bir daha olmayacak ki seferin.
Bizi kiminle bilirdin ey can?
Bu kent,
Herşeyin kirlendiği bir şehirdir
Of çocuk elemler sana göredir
Hüzün senin için biçilmiş kaftan,
Sahi sen bizi kiminle bilirdin ey can?
Çocuk, seni gördüğümü kim söyleyebilir
Nerde düşsel refref ve su içtiği nehir,
Nerde düşlerde dolu içiren pir?
Kim duvardaki sazı indirebilir...
Düşsel süvariyi kim geri getirebilir?
Ah çocuk, işte şimdi elemler sana göredir...
                                                              HÜSREV HATEMİ 

















Otuz Yıl Sonra Berlin

OTUZ YIL SONRA BERLİN
Kayzer Wilhelm kilisesi önünde,
Bir tek Hippi kalmamış...
“Çiçek çocukları”, yerlerini
Kimseye devretmeden,
Meydanı terketmişler.
Yirmibirinci yüzyıl eşiğinde,
Giritli Aziz Bey susmuş;
Artık Berlin Müslüman mezarlığından
Kimseye seslenmiyor,
Çünkü, Aziz Bey de biliyor ki,
Biz artık çok değiştik…
Havel’in yaban ördekleri
Sayıca azalmış, fakat
Yine de kuşça yüreklerinde,
Yaşama sevinci olduğu
Kanat seslerinden okunuyor..
              Hüsrev Hatemi   Berlin 1998.








7 Mayıs 2011 Cumartesi

Uzlet Köşesi

UZLET KÖŞESİ
Yıllar birikir ardımızda, yürek,
Yıpranır ve soluk daralır
Güneşli geniş bulvarlardan,
Isıtan dost tebessümlerden
Uzlet köşemize ne kalır?
Hele elden gidince teselliler
Teslim oluruz teessüflere…
Mazinin seyrüsefer memurları,
Sühulet gösterirdi seyyahlara
Keder ki bir siyâhi seyyahtı, onu sen,
Onu sen hoş tutmadın ey yüreğim!

Güller dökülür bülbül ölür, sevgi gider
Çimen çocukları yeşerir sonra,
Onlar da çekilir birer birer,
Neydi ey yürek ne sandın ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken sevgi.
Bir gün “Devletle efendim” diyerek,
Hüznü ve Sevgi’yi uğurlayan kimdi?
Ey yüreğim ne kadar da değiştin,
Seni tanıyamıyorum inan ki...
Dört yönden uğultusu olayların,
Yine düğümlendi dün ve yarın;
Taş döşeli bahçede ağaçların,
Altında kızıl ve sarı yığın,
Belirdi, demek ki sonbahardır...
Gün ardı karanlık güz ardı kardır Hele elden gidince teselliler,
Yalnızlık köşemize ne kalır?
Teslim oluruz teessüflere.
                                                     Hüsrev Hatemi

Çengelköy'de Bir Çeng-2

Bir tavus becerisiyle renkleri,
Sermesin önüme artık Mâzi,
Nağmeler yayılsa hemen şimdi,
İsfahan perdeleri isterdim…
Ağaçlar ve ağulu bir ağıt,
Günlerden derlenmiş bir âhenk,
Kader ve Çengelköy’de bir çeng…
Göklerin dürülmesi yakın mı ki?
Yırtılmasın mı yıpranmış yürek,
Ümit Alpertunga’sını sırladık...
Arzuları attık kuyulara;
Neden kendimizi dâima?
Gelecek elemlere hazırladık…

Çengelköy'de Bir Çeng-1

MEDHAL
I.

Musikicibaşı, sen iyi bilirsin
Sudan olduğunu her dirinin;
Kederler ki gözyaşlarından can bulurlar,
Sevinçlerden daha diridir onlar.
Şimdi vâr olmayan o bahçeler,
Bir de yeraltı suları izlensin;
İzlenmelidir de nedendir,
Çekildi bir köşeye arzûlar…
Elem demidir ve bu bezmin,
Dağılması yaklaştı, bu hazin;
Her dirinin, bahçelerin ve kederin,
Göğe yükseldi suyu, bulut yok.
Geri dönmez o su, ey mutrip,
Dönse de göremem ki ben...
Güllerin şevki yok ey mutrip,
Sadece hakkı var kederin.

                                Hüsrev Hatemi



27 Nisan 2011 Çarşamba

İstikbal Diken Terzi

İSTİKBAL DİKEN TERZİ

Sus, lütfen sus, sessiz olmalıyız;
Sisler içinde sis atlarına….
Seyislik eden sis adamı,
Dağılınca sis vedalaştı,
Çekildi dağına yapayalnız.

Sen ve ben şimdi başbaşayız…
Berrak, güneşli bir ikindi,
Birikinti ardımızda mazi.
İstikbal diken gündelikçi terzi,
Bugün bizim evde mesaide,
Dalgın mesaya kadar hem de.

Sek sek oynuyor bahçede sükut…
Eski arkadaşı ıssızlıkla.
Oynasın nasılsa uyanmıştı…
Çaylak çığlık attırınca serçelere
Uyuman mümkün mü sevgili çocuk?
Seni yanımda tutmak muhal;
Çaylak uzaklaşır uzaklaşmaz,
Sen de bahçeye çık derhal.
Yanında ben olmasam da olur…
Sen gül bahçelerinde ebedi kal.
Tepelerde bir bulutum ben, mağmum,
Hep sisli dağlara mahkumum,
Rüzgarın beni dağıtması yakın, çocuğum.

                                               Hüsrev Hatemi





10 Şubat 2011 Perşembe

Keder Denizi

    Keder Denizi

Yürekler vardır ki Devran elinden,
Onlara gam sunulduğunda,
İri güller gibi kan ağlayıp
Sessiz, dünyayı seyrederler...

Yürekler vardır ki onlar,
Kırgınlık ve yalnızlığı tadınca;
Sokak gösterilerinde yakılan,
Taşıt lastikleri gibi,
Alevli ve gösterişli yanarlar...

Yürekler vardır, gam denizi derinlerinde
Mürekkep balıklarıdır ki,
Onlara sitem eriştiğinde,
Deniz içine ağlarlar...
Laciverd ve dilsiz.
HÜSREV HATEMİ

9 Şubat 2011 Çarşamba

  AYLIK CERİDE

"Mestane nukuş-ı süver-i aleme baktık"
Naili gibi.
Kocası askerde bir kadının, çocuğu menenjitten ölüyordu.
İstanbul'da 1968'de.
Kadın bir kitap sayfasında değildi, yaşıyordu.
Parasızlık mutlak hakikatti onun için,
Bütün kelimeler parasızlığı hatırlatıyordu.
"Be Revani sana neler dediler
Bal tutan parmağın yalar dediler"
Demiş Revani bir zamanlar.
Mestane nukuş-ı süver-i aleme baktık,
Gerçekten bal tutan parmağın  yalıyordu. ...
Uzun tüyleriyle mağrur ve mütekebbir
Bir tekir kedi,
Sivri dişlerini gösterdi esnedi hastane bahçesinde.
Yukarıda bebek, kısa ve amacı bilinmez ömrünün,
Son dakikalarını yaşıyordu.
Anne esnedi uykusuzluktan,
Çok sorunlu bir gün başlıyordu. ...
İmam, fakir ilmühaberi, belediye... ....
ve biz sorduk sarı çiğdeme
Sen nerede kışlarsın diye...
Pir Sultan gibi.
O bücür sarı çiğdem kükredi aslan gibi,
"Bıktım sizin şairaneliğinizden,
Deliliğinizden, divaneliğinizden,
Birbirinize biganeliğinizden.
Küçücük bebeler bakımsız ölür,
Analar ne para ne ilaç bulur,
Sonra da cici beylerime
Benim kışladığım yer dert olur"
Sarı çiğdem burnundan soluyordu
Anladık ki bu şairanelikte de iş yoktu…
Bir “fan klüb” kurduk avunmak için
Pul karşılığında şarkı sözü gönderdik
Ve berber yüzü görmemiş kişilerin resimlerini
Ki onların, yarının büyükleri, şimdiden bellemişti
                                                                          İsimlerini.
“Yaralı sineme bal ile tuzu ekeyim deeğleneyim  bir zaman”
Demiş şair.
Biz de Emreler Anadolu’sunda, Rumiler  Anadolu’sunda
Bozuk Türkçeyle miyavladık bir zaman.
Ya o çocuk, o anne, diğerleri ne oldu?
Hiiiiiiiiç,
Her şeyle daha iyi gider iç,
Ne zıkkım bulursan iç
Ve unut utanmayı.
Sene 1968, aylardan nisan ayı,
Ve bunlar da bizim temaşa ile geçemediğimiz
                                                  Nukuş-ı suverdir.    Bir 1968 şiiri Hüsrev Hatemi





6 Şubat 2011 Pazar

Yaykur Tarih Dersi

Yaykur Tarih Dersi

1800’ler ile 1930’lar arasında,
Bazı Anadolu ve Rumeli kentlerinde
Yaşayan bu kavme dair
Pek az belge var elimizde. Bildiğimiz:
Kamış kalemlerini sevgiye batırıp,
Mührelenmiş kâğıtlara içirdiler;
Ney üflediler, tambur söylettiler,
Birçoğu muhabbet mülkü sultanına esir idiler.
Uysal ve sessiz yaşadılar, burası kesin,
Her talepte ibrâzı mecbûri aylık seyahat varakalarını,
Memur efendilere göstererek,
Meselâ Pendik’e Samatya’ya,
Dağılırlardı akşamları.
Frenklerden sevgi beklemeden,
Severek Fransızca çalıştılar.
Son derece hayretlerini muciboldu
Batıdan gelen her haksızlık;
“Niye hukuk-ı milel bizim için mer’i değil?”
Onların redingotları siyah- yeşil
Önceden söyler gibiydi siyah topraklarının,
Üstünde bitecek otları.
Ne oldular onlar, neden gittiler?
Bizim duymadığımız bir sayha mı işittiler?
Şairlere göre onları Gülcemâl
Bir defaya mahsus olmak üzere
Gemiler geçmeyen
Bir ummâna bırakmıştır.
Bu kadar unutulacaklardı demek,
Niye yaşadılar sanki?
Niye verdiler uygarlıklarının
O sırlı dokusuna emek?
Ve onları izleyen kavim,
Genellikle iyi asker veyâ muallim,
Millî bayramlarda heyecanlı,
Yaşadı ve çabuk çekildi şimdi yok.

Sistir o günleri canlandıran...
Tophane’ye sis bastığı günler,
Seyrisefain idaresi önünde
Sisten bir Rıza Bey çıkar ve sorar
Ne zaman gemi kalkacağını,
Hiç gitmeyeceği Napoli’ye
Muallim Feyzi’den Farisî öğrenen
Mekteb-i Sultani talebeleri
Tırmanırken Kadiriler yokuşunu
Sorar Rıza Bey nerde Napoli?
-İtalyan padişahının şehri-
Devran çarkını tersine çevirmeli,
Önce ölmeli, sonra görmeli.
Çok geçmez dağılır sis ve duman,
Yalnız sistir o günleri canlandıran.
                                                             Hüsrev Hatemi