30 Eylül 2012 Pazar

Yahya Kemal Beyatlı Şiirinde Din ve Tasvvuf

Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiirinde Din ve Tasavvuf
H. Hüsrev Hatemi

Yirminci yüzyılın Türk şairleri arasında, Yahya Kemal Beyatlı ilgi çekici bir özellik taşımaktadır. Yahya Kemal, Batıya dönük yüzü ile, Cenap Şehabettin’den geri kalmamakta, hattâ Ahmet Haşim’den daha batılı bir görünüm sunmaktadır.
Bize dönük yüzüyle de, Tevfik Fikret’ten, Cenap Şahabettin’den, Ahmet Haşim’den daha ileri bir İslami görüş ve duruşa sahiptir. Yahya Kemal, özellikleri çok araştırılmış, hayatı diğerlerinden daha fazla göz önünde geçmiş bir şair olduğundan, sıklıkla İslam inancının pek kuvvetli olmadığı ileri sürülmüştür. Fakat bu, acele bir hükümdür.
İnançtan kopmuş bir Yahya Kemal kesinlikle bunu, konuşmalarında veyâ şiirlerinde belirtirdi. Bu da, yaşadığı devirde, ona olumsuz bakılmasına yol açmaz, aksine “ilerici” görülmesini bundan “prim kazanmasını” sağlardı. Halbuki Yahya Kemal ölümüne sayılı günler kaldığında bile “ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin/Bir çare yok mudur buna yâ Rabbül Âlemin” demiştir.

Kendi Gök Kubbemiz ve İnanç İzleri
Yahya Kemal Beyatlı’nın, daha modern tarzdaki şiirleri “Kendi Gök Kubbemiz” adını taşıyan kitapta, geleneksel zevkle yazılmış şiirleri ise “Eski şiirin Rüzgarı ile” adlı kitapta toplanmıştır.
“Kendi Gök Kubbemiz” kitabındaki şiirlerinde, İslam inancı daha yalın cümlelerle belirtilirken, “Eski Şiirin Rüzgarı ile” kitabında, daha çok tasavvufi remizlerle (simgelerle) karşılaşılır.

Örnekler
1-      Ordu milletlerin en çok döğüşen en sarpı / Adamış sevdiği Allahına bir böyle yapı (Süleymaniye’de Bayram Sabahı)
2-      Büyük Allahı anarken bir ağızdan herkes / Nice bin dalgalı Tekbir oluyor her bir ses (Süleymaniye’de Bayram Sabahı)
3-      Musikisinde bir taraftan din / Bir taraftan bütün hayat akmış / Bir taraftan Boğaz, o Şehrayin / Mavi Tunca’yla gür Fırat akmış (Itri)
4-      Bir bir açılırken göğe, son def’a yarıştık / Allaha giden yolda meleklerle karıştık (Mohaç Türküsü)
5-      Görmüş İstanbul’a yüzbin meleğin uçtuğunu / Saklamış durmuş asırlarca hayâlinde bunu (İstanbul Fethini Gören Üsküdar)
6-      Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine / sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti / Bir tatlı intizâra çevirmiş süküneti (Atik – Valde’den inen sokakta)
7-      “Gönlüm, dilim kanım ve mizacımla sizdenim / Dünyâ ve ahrette vatandaşlarım benim (Üsküdar’ın dost ışıkları)
8-      Mânevi çerçeve beşyüz senedir hep berrak / Yaşayanlar değil Allah’a gidenlerden uzak. (Koca Mutsâ Paşa)
9-      İçimde dalgalı Tekbîr’i en güzel dinin / Zaman zaman da Nevâ-Kâr’ı doğsun Itri’nin. (Yol Düşüncesi)
10-  Yarâb dedik nedir bu muamması hilkatin (Bir Yıldız Aktı)
11-  Gaaibde bir muhavere geçmiş de pek hafi / Gaybi’ye söylemiş bunu İdris’i Muhtefî (Mâvera’da Söyleniş)

Eski Şiirin Rüzgârı ile
12-  Görünce âyine-i neşvesinde lâhutu / Kemâl-i vecd ile kurban olur gönül gönüle (Gönül)
13-  Yegâne hüsn-i ilahi odur Cemâlullah-Cihâna Ahsen-i takvimden ıyân olalı (söz meydanı)
14-  Ezan-ı Muhammedî. Baştan Sona “Ezan”a Övgü
15-  Dîdar-ı Kibriyayı kemaliyle gösteren / Şeyda gönülden özge bir âyine görmedik.
Tanrı’nın cemâlini bütün mükemmelliği ile gösteren bir ayna olarak, coşkulu âşık gönlümüzden başka ayna tanımadık (Ne Bildik Ne Bilmedik)
16-   Bir gün dolarsa çilemiz ey Rabb-i Zülcelâl / Bir şer bırakma der kef-i mîzan edilmedik (16 Mart 1920)
Bir gün bu çilemiz dolarsa ey ululuk sahibi rabbim, terazide hiçbir kötülüğü (bize yapılan) tartılmadan bırakma (Şehzadebaşı Karakolu şehitleri, İstanbul’un işgali)
17-  Ya Fahr-i kâinat sen îfa et ecrini / Divan-ı Kibriya’da bu şark ercümendinin (Ali Emiri’ye Gazel) Ey Kainatın Övüncü olan peygamber yarın Hak divanında, Doğu’nun bu seçkin kişisine yaptıklarının ödülünün verilmesini sağla.
18-  Karışsın cân ü cânan yükselen bang-ı Enelhak’la Şeriat bir dahi Mansur’u berdar etti sansınlar (Zevkabad) Can ve Cânan Enelhak haykırışı ile birbirine karışsın / Şeriat Mansur’u bir defa daha dar ağacına çekti sansınlar.
19-  Kalkıp Hudâ’ya doğru giden bir sefînede / Erbab-ı neş ve mest gider, nâhudâ içer (Kadri’ye gazel)
Kalkıp da Tanrı’ya doğru yol alan bir gemide, neşe sahipleri (yolcular) de kaptan da içer. (ilahi aşk)
20-  Dünyada bu iksir ile mes’ud olan ervah / Ukbada da sermest-i müdam olsun erenler (Veda Gazeli) 
Dünyada ilahi aşk şarabıyla mutlu olan ruhlar, ölümsüzlük âleminde de devamlı mest olsun Erenler!
21-  Hilkat lisan-ı hal ile her bâr söylenir / Mânâ-yı Rabbi etmeyip ızmâr söylenir (Derin Beste)
Yaratılış,  hal dili ile daima anlatılır. Yaratılışta Tanrı’nın tek yaratıcılığı da gizlenmeden söylenir.
22-  Mesnevî şevkini eflâke çıkarmış nâyız / Haşredek hem-nefes-i Hazret-i Mevlânâ’yız (İsmail Dede’nin Kâinatı) Mesnevi’nin coşkusunu göklere çıkarmış neyiz. Kıyamete kadar Hazret-i Mevlânâ ile eş sesli, eş nefesliyiz.
23-  Kadr ü haysiyyeti pâmâl olarak etti firar / Kalb-i İslam’a nüfuz eylemeğe gelmiş iken (Tahmis-i Gazel-i Hümayun) Çanakkale savunmasını oven, Sultan Reşat’ın manzumesini tahmis.
24-  Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbî / Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi / Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın / Galib et,  çünkü bu son ordusudur İslâm’ın (26 Ağustos 1922) Bu dörtlük Büyük Taarruz için yazılmıştır.

Sonuç
Ahmet Haşim’i, Cenab Şahabettin’i ve daha bir çok kişiyi sorgulamayan bir kısım müslüman aydınlar, içki içtiği için olmalı, Yahyâ Kemâl’in inancına şüphe ile bakmaktadırlar. Yukarıya aldığımız yirmi dört örnek yeter mi acaba?
Yahyâ Kemâl Beyatlı, düşünen bir şairdir. Düşünen bir beyin olarak “ölümden sonra düşüncemiz, beynimiz, duygularımız devam edecek mi?” şeklinde şüphelere düşmüştür. Açık sözlülükle, bu şüphelerini de belirtir. Fakat Sermet Sami Uysal’a şüphelerini anlattıktan sonra der ki “Ben Türk ve Müslüman olarak doğdum. Türk ve Müslüman mezarlığına gömüleceğim. Ölüm, benim milletimin hayalinde tesbit ettiği gibidir. Ma’dâsı (geri kalanı) benim şahsi fikirlerimdir” (*)

(*) İşte gerçek Yahya Kemâl Sermet Sami Uysal. İnkılap ve Aka Kitabevi. 1972 İstanbul